Mehmet Ercan - Annemin Terlikleri mp3 indir
Mehmet Ercan - Annemin Terlikleri
Belki de her şey annemle beni birbirine bağlayan ya da son- radan birbirinden ayıran göbek bağıyla başladı. Ya da aslında her şey orada bitti belki de.
Annemden kesilip güya hayata bağlandım. Oysa şimdilerde anlıyorum, keşke tam tersi olsaydı. Yani anneme bağlanıp hayattan kesilseydim. O zaman belki bu kadar acımazdı acımaya müsait hiçbir yanım. Şu yaşıma geldim, pastorize edilmiş hiçbir süt besleyemedi aklımın kesmediği o bebek çağlarımda annemden beslendiğim kadar. Şimdi güya aklım var, ama annem yok. Şuramda, göğsümün kafesine kendini çarpa çarpa öldürmeye çalışan bir şey var ama annem yok.
“Anneni kaybettik” dedi babam. Öyle donuk, öyle soğuk, öyle kapıda kalmışız gibi.
“Anneni kaybettik” dedi babam, sanki evimiz havaya uçmuşta boşlukta duran bir kapının önünde bir umut öyle boş boş bekliyormuşuz gibi. Hastanenin o sevmediğim kokusuna, annesizliğimin korkusunu da katarak bir nefes çektim en deri- nime. Hücrelerime sinmiş annemin nefesine değercesine.
İçi annem kokan evimize açılmadı bir daha evimizin kapısı. Açılsa da annem kokmadı bir daha.
“Nasıl olur lan!” dedim kendi kendime. Benim yaşım daha on altı. On altı yaş birinin annesini kaybedeceği yaş olmamalı. Ne bileyim belki on yedi, on sekiz ya da kırk olur ama on altı yaşında kaybetmemeli insan annesini.
Ben şimdi nasıl bulayım kendimi? Anneler ölmemeli.
Bir daha hiçbir ekmeğin üstündeki salça, annemin sepetle saldığı lezzeti vermedi. Annem ölünce, her şey tadını, her şey adını ve anlamını yitirdi.
Sonra yedisi çıktı annemin. Son misafiri de uğurladıktan sonra babam karşımdaki koltuğa oturup, belki de annemi ilk istemeye gittiği gün gibi mahcup, ellerinin parmaklarını bir- birine geçirip öyle oturdu, kaldı. Bir ara kafasını kaldırıp bana baktı, bu kez de ben yüzümü çevirdim.
Yüzümde öksüzlüğü misafir ediyorken, karısını kaybetmiş bir adamın acısını izleyebilecek yaşta değildim. Annem babama “eşim de eşim, o ne öyle karım” diye çıkıştıkça, babam o meşhur sözü söyler ve gülerdi: “Ben dağ gibiyim, sen de başımdaki karım.”
Dağ gibi babam düze inmiş gibiydi karşımda. On altıydı yaşım.
Sabah okul vardı ama annem yoktu.
Ve hiçbir eğitim sistemi annesizliği anlatmıyordu. İçler istediği kadar dışlarla çarpılsın, içimdeki bu sızıyı yok etmeyecekti.
Hiç sırası değildi ama yarın âşık olası tutsa kalbimin, kime anlatabilirim ki artık ben bunu.
Babama asla. Anneme? Olsa...
“Baba” dedim kısık bir sesle. Oysa “efendim” dese devamını getirebileceğim bir cümlem yoktu. Ütüsüzdü babamın üstündeki gömlek ve anlamıştım artık, hayatımızdaki hiçbir şey bir daha istediğimiz kadar doğru düzgün gitmeyecek.
“Efendim” dedi babam yüzüme bakmadan. “Annem öldü baba” dedim, sesimin tellerinden bir anda yüz tane kuş uçmuş gibi sesim titreyerek.
Derin bir nefes aldıktan sonra ellerini açıp “gel buraya” dedi babam. Beni yanına çağırmasıyla, neredeyse annemin dahi geri geleceğine inanarak koştum babama.
Yürümeye yeni başladığım günlerdeki heyecanla koşar gibi koştum.
Çocukluğumda çarşıdan gelişlerinde gördüğüm kadar sevinçle koşar gibi koştum.
On altı yaşında öksüz kalmış bir evladın, kollarını açıp kendisine “gel buraya” diyen babasına koşması gibi koştum babama.
Başımı ütüsüz gömleğinin göğüs kısmına değil yaslamak, resmen acısını bastırıyormuşçasına dayayıp böğüre böğüre ağladım. Otuz saniyede bir aldığı derin ama duraksaya duraksaya nefesinden anladım onun da aynı şiddette ama benim gibi böğürmeden ağladığını.
Kendisinden hiç duymadığım bir ses tonuyla “tamam evladım, tamam” demekten başka bir şey diyemedi babam. Neyin tamam olduğunu bilmiyordum ama eksik olan annemdi ve bundan son- ra neyin eksik kalacağını çok iyi anlamıştım. Annem ölmüştü.
Sabah gözümü açtığımda, annemin yokluğunu beynimde bir dinamit patlarcasına hatırlamam uzun sürmedi.
Mutfak kapısından kahvaltımızı hazırlamaya çalışan babamı izledim biraz.
Masada bir tabak, mutfakta bir anne eksikti. Banyoda bir bornoz, bir diş fırçası; çamaşır suyu kokusu ve bir anne eksikti. Salondaki çiçeklerde su, tül perdenin altında güneşlik, televizyonda saçma bir program ve bir anne eksikti.
Evimizin sokağa bakan camından babama “hadi hayırlı işler”, bana “hadi iyi dersler” diyen bir ses eksikti.
Sokakta halimi soran komşular, kendime iyi bakmamı isteyen dilekleri vardı ama yolladıkları selamda biri eksikti.
Aradan kaç ay geçti bilmiyorum. Bir akşam yine babamla kar- şılıklı oturup boş boş televizyona bakıyorken, gözüm koltuğun önünde biri diğerinin üstünde duran annemin terliklerine takıldı.
“Baba, şu terliği fırlatsana bana” dedim bir anda. “Annen gibi tutturamam ki” dedi babam, yarı tebessüm ama tastamam bir hüzünle.
O terliklere haftalarca dokunmadığımızı bilirim. Annem bırakmıştı onları öyle üst üste.
Kaybettiğim her şeyin yerini bilen annem vardı Kendimi kaybettim ama artık annem yoktu.